Esas Pehlivan, Nefsine Galip Gelendir!
Şihâbüddîn Şâgûrî hazretleri hadîs âlimidir. 530 (m. 1116) senesinde İran’da Şâgûr’da doğdu. 615 (m. 1218) senesinde Şam’da vefât etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları:
(Rahmetullahi Aleyh)
e-Gazete (Bugün)
Bizim Sayfa (Bugün)
16.485.576
Caliyet-ül Ekdar
Silsile-i Aliyye Büyükleri
Şihâbüddîn Şâgûrî hazretleri hadîs âlimidir. 530 (m. 1116) senesinde İran’da Şâgûr’da doğdu. 615 (m. 1218) senesinde Şam’da vefât etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları:
Kânûni Sultan Süleymân Hân devrinde, bir ara yağmurlar yağmaz olmuş, insanlar kuraklıktan çok muzdarip olmuşlardı. İstanbul halkı, yağmur duâsına çıkılmasına karar verdi. Pâdişâh da çıktı. Okmeydanı'nda büyük bir kalabalık toplandı. Öyle ki bu toplulukta, başta pâdişâh olmak üzere, âlimler, vâliler, idâreciler, vezirler, kuvvetli-zayıf, zengin-fakir herkes vardı. Bilindiği gibi, Osmanlı sultanları yapacakları bütün mühim işlerde, mutlaka şeyhülislâma danışırlar, onun fetvâsına uygun hareket ederlerdi. Bunun için Şeyhülislâm Ebüssü'ûd Efendi den, yağmur duâsını kimin yapmasının münâsib olacağı suâl edildi. O da; "Duâyı, pâdişâh veya onun münâsib gördüğü bir zât eder." buyurdu. Bunun üzerine pâdişâh; "Ya'kûb Germiyâni duâ eylesin." dedi. Ya'kûb Efendi ise, kendisini buna ehil, münâsib görmeyip mahcûb oldu ve bir tarafa gizlendi. Oğlu Yûsuf Efendinin, yerini bildirmesiyle arayıp buldular. Gelmek istemedi ise de; "Pâdişâh efendimizin emridir." dediler. Bunun üzerine mecbûren kalkıp geldi. Minbere çıkıp duâ etti. Orada bulunanlar "Âmin" dediler. Bu duâ bereketiyle öyle yağmur yağdı ki, her taraf su ile doldu. İnsanlar, onun büyük bir âlim ve yüksek bir veli olduğunu, bu hâdise ile daha iyi anladılar. O ise kendisini; âciz, aşağı, bu işe lâyık olmayan biri gördüğünden çok mahcub olmuştu. Ya'kûb Germiyâni hazretleri duâ günü, gizlendiği yeri haber verip meydana çıkmasına sebeb olduğu için, daha sonraları oğlu Yûsuf Efendiye sitem etti. Kendisini duâ etmeye, duâsının kabûl olmasına lâyık görmeyerek ve çok tevâzu göstererek; "Yağmur bolluğuna uğradık. Ben o meclise varmayacaktım. Bizi kırıklığa uğratıp, ömrümde, çekemeyeceğim mahcûbiyete müptelâ olmama sebeb oldun." Dedi.
Kanuni Sultan Süleyman Han'ın Mohaç zaferinden sonra Osmanlı ordusu kışı geçirmek üzere Belgrad'a çekilince Avusturya İmparatoru Fedinand meydanı boş bulmuş ve yüz bin kişilik bir ordu ile Budin'i kuşatmış, fakat burasını almaya muvaffak olamamıştı. Bunun üzerine Osmanlı ordusu baharla birlikte harekete geçerek Ferdinand'a haddini bildirmek üzere Avusturya üzerine ilerlemeye başlamıştı. Budin ile Viyana arasındaki yol üzerinde en önemli kalelerden biri Filek kalesi idi. Burasını zaptetmeden daha ileriye gitmek imkansızdı. Bu kale, o civardaki kalelerin en sarp ve zaptedilmesi en zor olanıydı. Avusturyalılar buraya, "Onun bir kulesine kartallar bile yuva yapamaz, çünkü başları döner" derlerdi.
Muhammed Ma'sûm Ömeri hazretleri evliyânın büyüklerinden olup İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin torunlarındandır. 1846 (H.1263) senesinde Delhi'de doğdu. İngilizler Hindistan'ı işgâl edince, Medine-i münevvereye hicret etti. İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin, Mebde' ve Me'âd kitabını Arabiye tercüme etti ve çok kitap yazdı. 1922 (H.1341) senesinde Mekke-i mükerremede vefât etti. Buyurdu ki:
Bir gün bir münafık Zeyd bin Harise radıyallahü anha gelerek, "Gel seninle ortak ticaret yapalım. Senin paran yok, tabii ki sermaye benden" dedi. O mübarek de bir art niyeti olmadığı için bu teklifi hemen kabul etti. Taif'e gidip mal getirmek üzere yola çıktılar. Yolda münafık, hazreti Zeyd'e;
- Yorulduk. Şu mağaraya girelim de bir müddet istirahat edelim, dedi ve mağaraya girdiler.
Hüseyin bin Abdullah Sübeyhi hazretleri evliyânın büyüklerindendir. Basra'da doğdu. Sonradan Horasan'ın Tûs şehrine gitti. Onuncu asırda Tûs'ta vefât etti. Zamânının âlim ve büyüklerinden ilim öğrendi. Pek kıymetli kitaplar yazdı ve yüzlerce talebe yetiştirdi. Kendisine; "Allahü teâlâya karşı gerçek kulluktan soruldu. O zaman; "Allahü teâlâya karşı gerçek kulluk, Resûlüne, (sallallahü aleyhi ve sellem) tam uymakla isbât edilir. Bu da, ahde vefâ, O'nun emirlerine uygun hareket, mevcûd olana rızâ, kayıp olana sabretmektir" buyurdu. Yine o; "Seni, herhangi bir şey diğer bir şeyden alıkoymasın veya alıkoyan daha üstün olsun. Diğeri eşit olmasında hüküm, kalbe gelene göre verilir" buyurdu.
Ankara'nın Zülfazl (günümüzde Solfasol deniyor) köyünden çok temiz, çok saf bir genç, askere gidiyormuş. Babasından kalma bir kaç altını, anasından kalma birkaç mücevheri varmış. Delikanlının derdi asker dönüşü evlenmek; servetini içine koyduğu küçük sandığını emanet edeceği, güvenip, bırakacağı kimseciği de yok. Düşünüyor, tasınıyor, acaba ne yapsam, diye sızlanıyor... Derken, bir gece rüyasında Hacı Bayram'ı görmez mi? "A! be Selim cik, ne düşünüp duruyorsun getir sandığını, bana bırak!" diyor. Selim oğlan, ertesi günü, sevine sevine Ankara'ya geliyor, doğru türbedarın önüne dikiliyor, hal, keyfiyet böyle, böyle... diye meseleyi anlatıyor. Türbedar da uyanıklardanmış, gece o da haberini almışmış. Getiriyorlar sandığı, Hazretin başucuna bırakıyorlar. Sandık deyince, öyle koca bir şey sanılmasın, ancak bir çanta kadar.