KAVUK YERİNE MİĞFER

1001 Osmanlı Hikayesi

Pazar, 30 Ekim 2005

Osmanlı Devletinde en büyük yenileşme hareketlerini yapan Sultan II. Mahmud, bütün bu icraatları için Şeyhülislam Mehmed Tahir Efendi’den fetvalar almıştı. Bilhassa Yeniçeri ocağının kaldırılması için verdiği fetvaya çok memnun olan padişah, ona çok kıymetli bir elmas yüzük hediye etmişti.

Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra kurulan Nizam-ı Cedid ordusunun kıyafetleri de Avrupa’dan örnek alınmıştı. Bilhassa Yeniçeri kavuğu yerine miğfer giyilmesi gerekiyordu. Bunun için de yine Şeyhülislam’ın fetvası gerekliydi. Mehmed Tahir Efendi saraya davet etdildi. Padişah, Şeyhülisamı, yüzü güneşe karşı gelecek şekilde oturttu. İkindi güneşi, Tahir Efendi’nin tam gözüne geliyor ve onu fazlasıyla rahatsız ediyordu. Bu yüzden devamlı olarak eliyle güneşe karşı gölgelik yapmaya çalışıyordu. İşte istediği fetvayı almak isteyen padişah o esnada sordu:-Efendi Hazretleri, görüyorum ki güneşe dayanamadınız, ya benim askerlerim, kafirlerle güneşe karşı nasıl harbederler, diye sorunca Şeyhülislam:-O halde kavuk yerine miğfer giyilebilir, şeklinde padişahın istediği fetvayı verdi.

Devamını oku...

BİR DİRHEM BAL İÇİN

1001 Osmanlı Hikayesi

Cumartesi, 29 Ekim 2005

Sultan II. Mahmud’a, o zamana kadar hiç yemediği “Keçiboynuzu”nu çok medhettiler. Padişah da bu kadar övülen bu meyveyi merak etti ve:-Getirin bakalım nasıl bir şeydir! Dedi.Bu emir üzerine getirilen keçiboynuzlarından birini ağzına aldı, fakat biraz çiğnedikten sonra attı. Yanındakiler:-Niçin attınız efendimiz, diye sorunca:-Bir dirhem bal için beş çeki odun çiğneyemem! Cevabını verdi.

Devamını oku...

MAHKEMEYE HAZIRIM

1001 Osmanlı Hikayesi

Cuma, 28 Ekim 2005

Tayyarzade Ata Bey, “Enderun Tarihi” kitabında Sultan III. Selim Han ile ilgili şöyle bir hadiseyi nakleder:

III. Selim Han gayet cesur, silahşörlükte de hüner sahibi bir kimseydi. Zaman zaman tebdil-i kıyafet ederek halkın arasına karışır, istek ve şikayetlerini öğrenirdi. Bir gün tersane kahyası kıyafetiyle akşam vakti Sultanahmed civarına çıktı. Maiyetindekiler de kalyoncu neferi gibi giyinmişlerdi. Sultanahmed Camiinden aşağı Sokollu Mehmed Paşa yokuşundaki tenha yerlerden aşağı inerlerken bir kadın feryadı işittiler. Hemen oraya yöneldiler. Yeniçeri tulumbacılarından bir zorba, bir kadının yolunu çevirmiş;-Yürü benimle! Diye zorluyordu. Kadın da;-Kardeşim! Ben ehl-i namus bir kadınım. Evim Küçükayasofya’da. Çocuğum hasta. Eczaneden ilaç aldım. İşte elimde. Evime dönüyorum. Bana ilişme. Mahalleme gel sor... diye feryad ediyordu. Tulumbacı ise sarhoş, gözü kararmış, küfürler savurarak bıçağını çekmiş, tehdide başladı. Kadın, o anda oraya yetişen, kalyoncu kıyafetindeki padişah ve maiyetini farketti ve onlara:-Aman kaptan ve kalyoncu din kardeşlerim!... beni bu herifin elinden halas edin diye yalvarmaya başladı.Bunun üzerine tulumbacı işi daha da azıttı ve yatağanına el atıp padişahın üzerine yürüdü. Fakat silahını henüz yarısına kadar çıkarmağa bile vakit bulamadan, Sultan Selim kılıcını çekerek adamı belinden ikiye böldü. Ertesi gün de Babıâlî’ye şu tezkereyi gönderdi:“Sokollu Mehmed Paşa yokuşunda maktul olan tulumbacıyı ben öldürdüm. Veresesi var ise şer’an mahkemeye hazırım”

Devamını oku...

AĞIRLIĞINCA ALTIN EDERDİ

1001 Osmanlı Hikayesi

Perşembe, 27 Ekim 2005

1780 senesinde İsanbul’a gelen bir Fransız mühendisi, yanında bir de logaritma cetveli getirmişti. Bir aralık Bâb-ı Âlî’ye gelerek zamanın hükûmtine verip:

-Memleketinizde bu cetvelden anlayan ve bununla uğraşan var mıdır? Diye sorar. Kendisi ne, Gelenbevî İsmail Efendi adında bir zatın matematikle meşgul olduğunu söylediler.Fransız mühendis, Gelenbevî’nin adresini alarak kendisini ziyaret eder. Bir kulübeden farkı olmayan İsmail Efendi’nin evinden içeri giren mühendis, karşısına çıkan bu üstü başı perişan adamın, aradığı kimse olduğunu güçlükle anlayınca, fazla konuşmağa bile tenezzül etmeden elindeki kitabı uzatır ve:-Bır haftaya kadar bu kitap hakkındaki cevabınızı bekliyorum, deyip bu harap evden çıkmak ister. Gelenbevî İsmail Efendi onu bekletmeden, cevap yerine kendisinin telif etmiş olduğu logaritma cetvelini Fransız mühendise verir. Bu cetveli gören Fransız, ahyretler içinde kalır ve:-Bu adam Avrupa’da olsaydı ağırlığınca altın ederdi, diyerek hayranlığını izhar eder.

Devamını oku...

BENDENİZDE İKİ FUAD VARDIR

1001 Osmanlı Hikayesi

Çarşamba, 26 Ekim 2005

Sultan Abdülaziz Han, Sadrazamlarından, tecrübeli devlet adamı Fuad Paşa ile birçok meseleyi istişare ederdi. Bir defasında, o günlerde İstanbul’da bulunan Mısır Hidivi İsmail Paşa ile hususi bir iş yapmak için görüşecekti. Bu meseleyi Fuad Paşa ile istişare etti. Fuad Paşa bunu mahzurlu buluyordu. Fakat Sultan Abdülaziz’in bu işe fazla istekli olduğunu gördüğün den, “Devletlû Hünkarımız nasıl arzu buyuruyorlarsa öyle olsun” dedi. Fakat aradan birkaç saat geçince Padişah, Fuad Paşa’nın kendisine niçin net bir cevap vermediğini düşündü. O gece bir adamını, Kanlıca’da bulunan yalısına gönderdi ve Fuad Paşa’dan, bu mesele hakkında ki görüşünün ne olduğunu yazılı olarak bildirmesini istedi. Fuad Paşa bir kağıda şu satırları yazarak padişaha gönderdi:

“Efendimiz, bendenizde iki Fuad vardır. Birincisi Padişahımızın tebeasından ‘Vatandaş Fuad’dır. Vazifesi, Padişaha itaattir. Efendimizin her arzusu ve emri başının üstündedir, her fermanını fikir beyan etmeden kabul eder.  İkincisi ise ‘Sadrazam Fuad’dır. Onun vazifesi ise, padişahımızın isteklerine karşı gelmek değil, o işin devlete, millete ve padişahımızın şahsına, faidesi veya zararı nedir diye düşünmek, bilgi ve tecrübesine istinaden o iş hakkında fikirlerini beyan etmek, sonra da verilen vazifeyi bihakkın yerine getirmekdir.Padişah Efendimiz bu meseleyi iki Fuad’dan hangisine sual buyururlarsa o, vazifesi ile mütenasib cevab verecekdir.”

Devamını oku...

YAPMASINI DEĞİL, SATMASINI BİLİRİM

1001 Osmanlı Hikayesi

Salı, 25 Ekim 2005

Sultan Abdülaziz’in Sadrazamlıklarını yapmış olan ünlü devlet adamları Âlî Paşa ile Fuad Paşa iyi arkadaştılar. Fuad Paşa, bir sohbette, bir soru üzerine Âlî Paşa ile aralarındaki farkı şöyle anlatmıştı:

“Âlî Paşa ile ben muhallebiciye benzeriz. O, nefis muhallebi yapar, fakat satmasını bilemez. Ben yapmasını bilmem, lakin satmasını bilirim. O, muhallebi satmak için sokağa çıkıp da korkunç seda ve eda ile “muhallebi” deyince çocuklar korkup kaçarlar. Ben tablayı başıma koyup çacukların hoşuna gidecek bir ses tonuyla “küçük beylerim, küçük hanımlarım, güzel muhallebim, kazandibim var” diye mahalle aralarında dolaşmağa başlayınca çocuklar oyuncakçı geçiyormuş gibi hemen etrafıma dizilirler. Kadınlar pencerelerden seslenip, tablanın üstün de ne varsa alırlar.

Devamını oku...

ELÇİ HAZRETLERİ MERAK ETMESİNLER

1001 Osmanlı Hikayesi

Pazartesi, 24 Ekim 2005

Kırım harbi arefesinde Rusya, fevkalade elçi olarak Prens Mençikof’u İstanbul’a gönder di. Elçi, protkol icabı Sadrazamdan sonra Hariciye nazırını da ziyaret etmesi icabederken Mençikof, sadrazamı ziyaret ettikten sonra Hariciye nazırı Fuad Paşa’yı görmeden elçilik binası na gitti. Bunun üzerine Hariciye Nazırı Fuad Paşa bunu şahsına hakaret kabul ederek istifasını verdi.

Bulanık suda balık avlamayı pek seven İngiliz elçisi, Fuad Paşa’nın dargın olmasından istifade ederek:-Efendim size olan bu hakaret nedir? Devlet müşkilat içindeyken sizin gibi kıymetli bir şahsın iş başından bir kasd-ı mahsusa ile uzaklaştırılması iyi bir şey olmasa gerek. Sonra bbu devletin hali ne olur? Dedi.Fuad Paşa:-Elçi hazretleri, müşkülata uğrayan devlet, o makama benden daha emin ve daha erbab bulup getirmekte zorluk çekmez. Şu esnada o makama daha ehil birini getirmek lazımdır. Devlet-i Aliyye’de zor işlerin ehli olan zevat eksik değildir. Elçi hazretleri merak buyurmasın lar, benim istifamı kabul edenler, devletin halini bizden daha iyi düşünürler, cevabını verdi.

Devamını oku...

SAHİCİ TÜRK VE MÜSLÜMAN

1001 Osmanlı Hikayesi

Pazar, 23 Ekim 2005

Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid zamanlarında Sadrazamlık vazifesinde de bulunmuş olan Ahmed Vefik Paşa, Paris Büyükelçilisiyken, Müslümanları ve Osmanlıları küçük düşüren bir piyesin oynanacağını duyunca, buna diplomasi yoluyla engel olmaya çalışır. Fakat muvaffak olamaz. Oyunun sahneye konduğu gece tiyatro  ya gider. İmparator III. Napolyon da bu gala gecesine davetlidir. Oyun başlamadan İmparatorun locasına gider ve oyunun durdurul ması için tekrar ricada bulunur, fakat ters bir cevapla karşılaşır.

Ahmed Vefik Paşa, oyunu durdurmak için bir şeyler yapmak lüzumunu hisseder. Perde açılır açılmaz, locadan sahneye atlar ve seyircilere:“Ben sahici Osmanlı ve Müslümanım. Düzmelerini bırakın da beni seyredin” diye haykırır. Bu şekilde seyircileri kendine çekerek oyunu oynatmaz.

Devamını oku...

DEĞİL BİR YABANCI İÇİN...

1001 Osmanlı Hikayesi

Cumartesi, 22 Ekim 2005

Sultan Abdülaziz devri devlet adamlarından İbrahim Edhem Paşa, Fransa’da talebe iken mektep birincisi olmuştu. Bunun için İmparator III. Napolyon tarafından şerefine düzenlenen yemeğe davet edildi.

İmparator, İbrahim Edhem’i birkaç sözle tebrik etti. Edhem de Fransızca olarak gayet güzel bir konuşma yaptı. Fakat bir kelimede hata ettiğini anlayınca:-Ben bir Fransız olmadığımdan, yaptığım kelime hatasından dolayı affımı istirham ederim, dedi. III. Napolyon ayağa kalkarak:-Ben böyle bir hatayı, değil bir yabancı için, bir Fransız için bile affederim, cevabını verdi.

Devamını oku...

BENDENİZ BÎPERVA GEÇERİM

1001 Osmanlı Hikayesi

Cuma, 21 Ekim 2005

Sultan Abdülaziz Han birgün, zaman zaman Sadrazamlığını yapmış olan Fuad Paşa’ya, o zamanın devlet adamlarından Âlî Paşa ile Rüşdü Paşa’nın kendisinden ne farkları olduğunu sorduğunda:

“Efendimiz, yeni yapılmış bir köprü tasavvur buyurunuz. Üçümüz de köprünün başına gelmiş bulunalım. Bendeniz hemen Besmele çeker ve bîperva köprüyü geçerim. Âlî Paşa Besmele çeker ve köprüyü defa larca muayene ettikten sonra geçer. Rüşdü Paşa kulunuz da, Besmele çeker, sonra bir tabur insanı bu köprüden geçirir, sağlam olduğuna kanaat getirdikten sonra geçer.”

Devamını oku...